DÖNÜŞÜM



İnsan ...

Nefis, ruh, akıl, beden…

Nefis dış dünyaya karşı tetiklenen, duygular üreten, Akıl bu duygulara karşı tepki veren yanımız. Ruhumuz ise Allahtan kopup gelmiş, Onun güzelliği, erdemi, güveni, huzuru, şefkati altında yaşamaya özlem çeken ancak bir yetim çocuk hükmünde ona verilen mülkü nefsin elinden alarak Ruha faal aklın yolunu gösterecek gelişimi bekliyor. Akıl bu bilgileri ona sağlamak ve onu beslemek için görevli ancak nefsin arzularına boyun eğdikçe ruhu beslemeye fırsatı kalmıyor o yönde gelişemiyor.

Ya nefsin duygularına hizmet eden veya faal aklın yanı Allah'ın koyduğu Hak üzere olan külli aklın hizmetine yönelik fikirler peşinde gidecek... ara bir yol yok...

Bir kere nefsimizin zayıf, edilgen, dışa bağımlı, duyguların etkisiyle yaşama iç güdüsüyle hareket eden, hayvanı yönüyle hayata başlayıp faal aklın hizmetine girdikçe evcilleşen ve belki de dönüşerek insanı kıvama gelen bir varlık.

Bir bahçe düşünelim, bu bahçeden edindiğimiz izlenimler bizlerde duygulara dönüşsün o duygular davranışlarımızı etkilesin, davranışlarımız tekrar duygulara ve bu duygular da etrafımızda çiçeklere, faydalı hayvanlara veyahut zararlı hayvanlar, dikenler, yabanı otlar ve bataklıklara dönüşsün. İşte iç dünyamız biraz da buna benziyor. Bizler hayatlarımızdaki nesnelere ve olaylara bir seyirci hükmündeyiz ve kaza, hayır, şer tümüyle Cenabi Allahın takdiri ve kontrolünde. Bu olayların hayatımızdaki en küçük olaylardan başlayıp en büyüklerine kadar hepsi olduğunu düşünelim. Yani sabah gözümüzü açmamız ile o günkü bahçemizdeki yaratımlar başlıyor. Duygu, düşüncelerimiz, tepkilerimiz, tavırlarımız tamamen iç dünyamızı şekillendiriyor. Davranışlarımızla çevremizde bizden etkilenenlerin de bahçelerinde neler yapacağına etki ediyoruz.

Şeytanın amacı ise bahçemizin bir ateş çukuruna dönüşmesi… Çünkü o ateşten bir varlık ve burada yaşama alanı buluyor. Ancak şöyle ki bir sinema ekranı gibi bize görünen yüzüyle süslü, gösterişli, güçlü, rahat ve sonsuz gibi sunduğu şeylerin arkası hep bir ateş çukuru, tabiri caizse bir çöplük, lağım kuyusu… Bunları bize süsleyip, püsleyip, kokularla beynimize görüntüler, hayaller oluşturduğu bir dünya…

Onun askerleri, firavunun sihirbazları gibi her an yeni hevesler, zanlar, hayaller yaratarak nefsi oyalamakta, kandırmakta, onun duygularıyla oynamakta ve insanin aklını çelerek o yasak meyveyi her an yedirerek bir çukura sürüklemekte…

Huzursuz olduğumuzun ve nefsimizin korkularıyla yaşadığımızın farkında değiliz. Onu yönetebileceğimizin, korkularını görmezden gelip, vücudumuzda yol açtığı tepkilerimizin değişebileceğinin farkında değiliz. Kendimizi nefsimizden ibaret zannediyor, onun hisleri, düşünceleri etkisi altında hayatımızı sürdürüyoruz.

Çocuklarımız, ailemiz de bizim nefsimizle muhatap yaşamak durumunda kalıyor ve etkileri onları da dönüştürüyor.

Pozitif olana, olumlu olana odaklı bir bakış açısı yerleştirmeli, Rahman, Rahim ve her an her şeyin hükmüne karar veren daima hayırla merhametini uygulayan Allaha sonsuz güvenerek, onun var ettiği her şeye sabır ve hoşgörüyle, sevgi, merhametle kendimizi iyileştirmemiz gerekiyor. Aklımızı bu yönde kullanmadıkça, yukaridaki olumsuz ve zehirli duygu, düşünceleri takip ettikçe en küçük tavrımızla beraber bizi ve sevdiklerimizi, arkadaslarimizi da bir çukura sürüklemekte, beynimizdeki yapıcı sinir yollarını tahrip ederek Allah'a ulaşan huzur yollarını tıkamaktadır. Yani alıcılarımızı başka yönlere sevk ederek üretkenliğimizi, yaratıcılığımızı öldürmekte, küçük yaştan başlayan olumsuz etkiler bizlerin yeteneklerinin tam da geliştiği çağlarda bizi kısıtladığı için kendini yani Allahını tanımayan, bir türlü huzuru yakalayamayan insanlar oluyoruz.


Türkiye gibi müslüman ülkelerde egemen olan sol beyin ağırlıklı eğitim özellikle dikte edilmiş ve yetişkinler de bu yöntemle eğitilip köreltildiği için başarı oranı yüksek olmasına rağmen üretkenliğimiz, yaratıcılığımız düşük seviyelerde kalmakta. Bu da eğitimde şefkat, güven, onay, minnet, sevecenlik gibi olumlu duygu, düşüncelerin aşılanması, grup çalışması ve insan sevgisi yerine olumsuz etkilerle kaygı, utanç, suçluluk, baskı, aşağılama gibi türlü olumsuzluklarla örülü, bilgiyi çoğaltma ve yarıştırmaya yönelik bir düzen kurulmuş olmasına bağlıyorum acizane.

Batı toplumlarındaki eğitim ise daha az bilgiye dayalı, sanat ve doğa faaliyetlerinin üst düzeyde seyrettiği, sevecen, minnet, onaylama, samimiyet, hoşgörü ve grup çalışmalarına olabildiğince önem verilen bir eğitim tarzı. Bu nedenle küçük yaştan özgüven kazanarak yetişen insanlar edindikleri bilgileri de olabildiğince iyi uyguluyorlar ve üretkenlik, yaratıcılık sergiliyorlar.

Müslümanlar olarak kendimizden başlayarak Allahın yarattığı kutsal varlık olan insana, hayvanlara, bitkiler hatta cansız varlıklara kadar her şeye ve her şeye saygı geliştirmek durumundayız. Nefsin en büyük özelliği olan kabalıktan bir an önce kaçmaya bakmalı, nezih, zarif bir yol için kendimizi eğitmeliyiz. Allahın ve peygamberlerinin yolu budur aslen ve biz nezaketi, edebi, kaybettikçe sevgimizi de kaybediyor, korkularımızı, kaygılarımızı da artırarak dinimizi de dünyamızı da zor hallerde yaşamaya çalışıyoruz.

Bizler bunu haketmiyoruz.

Bir an önce uyanmalı, gülümsemeliyiz, katı kalpli olmaktan vazgeçmeliyiz.

Evet hepimiz…

Birimiz değişirse inanın bu o kadar çok kişiyi etkileyecek ki…

Atom parçalanıyor, bizler de değişebiliriz, dua ettiğimiz ve her şeye sonsuz kudretiyle egemen Allahımız ve kitabımız var elhamdulillah…

Bizlere yol aç Allahım…

Allah bize yeter, o ne güzel vekildir vesselam…

Sevgiyle, daima…

Huuu...