Salat ile
Allah’a Firar!
Fefirru Ilallah ! (Zariyat Suresi 50)
Merhaba,
Sağ elimi kaldırıyor ve selamlıyorum seni ey Can....
Sen de selamıma karşılık sağ elini kaldırdın değil mi? Zira birine uzaktan selam vermek için hangi milletten olursak olalım bu hareketi yaparız…
Sanki avuç içlerimizden birbirimize uzanan görünmez ağlarla birleşiriz o an…
Örümcek adamın ağları gibi…
Avuç içi önemlidir, birinde arapça 18, diğerinde 81 yazdığını, toplamda Allahın 99 esmasının bir insanda toplandığını anlatır bilginler. İnsanın kutsal oluşunun, ilahi boyutunun imzası gibidir ellerimiz.
Selam verirken bir an durup, karşımızdakini farkederiz ve onunla buluştuğumuz o anda, ne kadar farkındalık yaşarsak karşılaşıyor olmanın zevkini o kadar yaşarız.
Namaz kılmaya başlarken iki elimizin avuç içlerini karşıya doğru açarız. Dua ederken iyi dileklerimiz için avuçlarımızı yukarı doğru çeviririz.
Rabbimizle buluştuğumuz bu özel zamanlarda avuç içlerimiz yine devrededir…
Allah algımız, Onu hissedisimiz fikir ve his dünyamız Onunla buluşmalarımızı anlamlandırıyor.
Yüce Mevla kendini güzel isimleriyle ancak daha çok Rahmeti, şefkati ve merhametiyle tanıtıyor.
Son Peygamberini de rauf, rahim olarak çok merhametli olması yönüyle alemlere rahmet olarak gönderdiğini söylüyor.
Diğer yandan fikirlerimizi, hislerimizi yönlendiren ailevi, çevresel unsurlar ibadet, inanç konularına bakışımızı derinden etkiliyor.
Azabıyla korkutulan bir yaratıcı, aile ve çevrede sevgi, merhamet, saygı gibi unsurların zayıf olması… İnsanlığı içten içe kemiren, huzursuzluğunu artıran bu olgu, düşünce ve inançlardan bağımsız olarak gittikçe artıyor..
Kaçıp sığınacağı bir yer bulamayan insanoğlu ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde maddeye köle oluyor. Daha çok tüketiyor çünkü ruhsal bir açlık içinde. Korkuları ve zaafları daha çok kullanılıyor, şefkat, sevgi,merhamete muhtaç olan ruhunu doyuran bir kaynak bulamıyor. Tüketim mekanizması onu tüm zaaflarıyla avucunun içine alıyor ve ruhun kafesi gittikçe daralıyor. Daha çok tüketiyor, tükettikçe daha çok köleleşiyor... bir çıkmazın içinde kayboluyor, oradan oraya koşturuyor.
Dine dönecek olsa orada sürekli azabından korkutulan bir yaratıcı görmek onu daha çok ürkütüyor.
Yaratıcı kendini sonsuz rahmet ve merhametin ta kendisi olarak tanımlarken bu algıyı bizde kökleştiren şeyleri ortaya koymamız gerekiyor.
Zira insan olumsuz duygular içinde iken yönetilmesi, yönlendirilmesi kolay olan bir varlık. Dışındaki güçlerin yanı sıra içindeki şeytan, nefis gibi güçler bu duygular içinde hapsederek yönetiyorlar onu. Bu düzenlerin işlemesi için suçluluk, melankoli, sıkıntı, kaygı, güvensizlik, yalnızlık, baskı gibi olumsuz duyguların canlı kalması gerekiyor. Üstelik Yaratıcıya dair bu duygular beslemesine zemin oluşturan düşünceler onu bu olumsuzluk içinde hapsediyor.
Olumsuz duygular ruhu zehirleyici duygulara doğru sürüklemeye başlıyor… Hırs, haset, kıskançlık, nefret, aşağılama, garez,kıskançlık, fanatizm gibi içinden çıkılması güç hastalıklara yol açıyor.
Oysa Allah neredeydi diye sorarsak kendimize... Kullarına asla zulmetmeyen Mevla, sizin tek dostunuz benim diyen sahibimiz bunlara sebep oluyor yahut istiyor olabilir mi?
Aşk, Güven, Minnet, Destekleme, Kıvanç, Samimiyet, Tutku, Şefkat, Sevecenlik ile varlığı meydana getirmiş, bunlarla cook uzun zamanlardan beridir varlığı kusursuzca düzene koymuş olan Allah bu olumsuz duygulara yol açacak düşüncelere nasıl oluyor da özne olabiliyor?
Aslında azabin kendisinin olumsuz ve zehirli duygular içinde bulundugunu açıkça görüyoruz değil mi?
Yani olumsuz ve zehirli duygulara sürüklendiğimiz her an cehennemi, azabı yaşıyoruz. Allahın varlığın üzerindeki o muhteşem hikmetiyle ve güzelliğiyle aksetmesine gözlerimizi kapatıyor, olumsuzlukların, çelişkilerin peşinde sürükleniyor sonra da orada takılıp kalıyoruz.
İnanan, ibadet eden ancak huzuru bulamayan birçok insan da malesef bu döngü içinde kalabiliyor.
Merhamet, Aşk, sevgi, hoşgörü, neşe gibi olumlu duygular….Bunlar aşağılanıyor, küçümseniyor, çıkar veyahut maddesel boyuta indirgeniyor; böyle olmasına özendiriliyor ve sanki kasıtlı bir oyunun parçaları gibi sanki dış dünya bunun için çalışıyor.
Dış dünyanın bir kopyası içimizde yaşıyor ve olumlu duygu ve düşüncelerimiz sol beynimizin öğrenilmiş fikirleri tarafından yok ediliyor. Kendi kendimize zulmettiğimizin farkında olmadan yaşıyoruz malesef. Kendimize zulmettikçe elbet başkasına şefkat geliştirmemiz mümkün olmuyor. Hepimiz tüm erdemleri biliyor, onlarca kitap okuyup, filmler izleyip kahraman olmanın yollarını ezberliyoruz. Ancak bu bilgileri birbirimize sunmaktan öteye gidemiyoruz..
Kendi içimizde bize Şefkat ve Merhamet gösterecek birileri olmalı değil mi?
Allaha firar ediniz, diyor ayet…
Onun temsilcisi Peygamber, onun dostları ve mirasçıları veli kullar, evliyalar…
Bir Dost a ihtiyaç var yeryüzünde ki gökteki Dosta yol bulalım...
Şefkat ve merhameti hissedeceğimiz bir kaynağa muhtacız, sürekli olumlu duygu ve düşünceler ile kul oluşumuzun en güzel ifadesi Minnet duygusunun bayrağı altında zafere ulaşabileceğiz. Hamd sancağının yegane sahibi ise Peygamber efendimiz…
Peki nereden başlamalı ?
Madem olumsuz duygu ve düşünceler bizi zayıflatıyor, neden Allahı bunlarla ilişkilendiriyoruz?
Oysa azabin kendisi bu zaten. Allah bizi azab ile uyarırken kendisinden uzaklaştıran mekanizmalara karşı bizi uyarıyor aslında. Bu güçler sizi daha da kötüsüne çekecek o tarafa gitmeyin diyerek sürekli bu mekanizmaların özelliklerini kafir, münafık, müşrik gibi kavramlarla tarif ederek kendine çağırıyor. Bu güçleri iyi anlamalıyiz ki içimizdeki kafir, münafık, müşriklerle kıyasıya savaşalim. Çünkü asıl savaş içimizde ve her an bu savaşın içinde oluyor veyahut öldürüyoruz. Zira Peygamberimiz bir savas donusunde ashabina bu sekilde soyluyor oradan ogreniyoruz canim Peygamberim sen olmasan biz bizi nereden ogrenecek idik...
Daima salat halinde olmamız ne güzel olurdu değil mi? İşte onlar Allahın veli kulları… Daim Allah ile birlikteler ve sol beyinlerine hükmedebiliyorlar. Sol beynin zehirli düşüncelerinin zararlarından etkilenmiyorlar çünkü her mevsim yeşil kalan ağaçlar gibi yeni yapraklarının çıkışı olup gidenlerden daha hızlı ve daha fazla.
Onlar daima şükür, sabır ve zikir halindeler. O yüzden sürekli olumlu duygular içindeler. O halde Allah ile birlikte olan bu insanlar sürekli olumlu iseler, olumsuzluğun olduğu bir yerde huzur bulmamız mümkün müdür?
Mümkün olamıyor…
Bu nedenle en azından 5 vakit Allah ile buluşun deniyor ki bu buluşmayı hayatınıza yayacak bir tanışmanız olsun. Vakitlerin hikmetleri, namazın hazırlık aşamasından kılınmasına kadar birçok özelliği bu ibadeti içselleştirip ciddiye aldıkça bize açılacaktır inşaallah...
Olumlu Duygular sığınağımız olsun diliyorum, ne zaman ki bizi diğer tarafa çekecen düşünce ve duygular içinde kalırsak, Estağfirullah ile bir silkelenelim ve tövbe ile temizlendiğimizi bilerek Aşk ile hayata tutunalım. Tevhid neşesi içre yaşayalım...Allah a firar edelim. Salat ile buluşalım ...
Ask ile yasa ey Can…
Illa Hu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder