Varoluş Kaygısı...

Farkında mısınızdır? Kendine güvenen insanlar vardır, öyle kibirle değil, özüne güvenen, taa içten emin olmuş kendinden...

Her şeyden; kendinden, her insandan emin... Akla Muhammed-ül Emin diye anılan yüce Peygamberimiz geliyor... Zira peygamber oluşunu kabul etmeyen ancak ona güvenen düşmanları bile olan bir insan... O kadar eminler ki Ondan, hem en kıymetlilerini emanet edebilecekleri kadar emin, hem de kendisiyle barışık oluşusunu birçok insanın yaşayamadığı bu durumu üzerinde bulunduruşunu hayranlıkla izliyorlar, kimisi de kıskanıyor elbet.... İnsanoğlu elinde olmayanı kıskanır bazen, haset etmekten Mevla hepimizi korusun. Şeytanın ısrarla Adem in karşısında duruşunu körükleyen kıskançlık ve haset ateşine düşmeyelim inşaallah....

Özüne güvenmek, kabullenilmekle çok alakalı geliyor. Özünde bir aciz insan oluşusunu, ancak hakikatinde yüce erdemler taşıyan bir ruha sahip olduğunu bilenler tarafından özenle, sevgiyle büyütülen verimli toprak gibi meyveler, yemişler veren bu insanlar ne yücedir...
Zira Cenab-ı Hakkın suretimde var ettim dediği Adem' dir o...İnsan-ı Kamil, oluşunun tam farkındalığını haliyle ortaya getirmiş... Bir çiçek ne kadar doğal güzelliğiyle arz-ı endam ediyorsa bu şekilde bir oluş içinde olanlar... En yükseği kusursuzca sevgili Peygamber Efendimiz, Muhammed Mustafa(sav)'yi alemlere rahmet olarak gönderdim diyor Cenab-ı  Hak Teala kendilerinden bahsederken. Bizzat zatının gölgesi kılmış, şu alemi onun içine sığdırmış ve 23 yıllık kısa bir peygamberlik hayatıyla cehaletin en derinliklerinden göklerin zirvesine insanlığı çıkaran türlü hakikat tohumlarını saçarak etrafını aydınlatmış ve kıyamete kadar bda aydınlatacak olan ilahi  kandildir O...

Salât ve selamların en yüceleri Ona, ehli beytine, âline, ashabına, zürriyetine ve cümle peygamber kardeşlerinin üzerine olsun dileriz...

Annelik... Kutsal, övülmüş, adeta bir terbiyeci, bir sevgi, muhabbet menbaı olarak Cenabı Hakk tarafından büyük tecellilere mazhar olmuş Kadının en yüce vasfı...

İnsan en zayıf ve aciz haliyle annesinin kucağına verilmiş, bedeni bedeninden, ruhu gözlerinden, ellerindeki şefkatten, sesindeki yumuşaklıktan beslenerek büyümüştür...

Zira annenin o zayıf varlığı büyütürkenki kabullenişi ne kadar yüce ise o insan o kadar kendi özüne yakın ve kendi özüne güvenli oluyor diye düşünürüm.

Zor anlar çok önemlidir bu noktada... Mesela altı temizlenen veyahut hastalanmış veyahut yaramazlık yapıp köteği haketmiş hallerinde annesinin tutumu, onu kabullenişi, ona kol kanat germesi, ruhunu sarması, öyle bir hal içinde olması ki, bu halinle de senin yanındayım, acizliğinin insan oluşunun farkındayım, sana saygı ve sevgi duyuyorum, güveniyorum deyişinin, gösterisinin mayasıyla mayalanır nefsi, bedeni, ruhu.... Nefsi ona annesinin davrandığı gibi davranmayı öğrenecek. Oluşları, düşünceleri, hata, yanlışlarına, yeniden yapılanışına öyle tepkiler gösterecektir...

Suçluluk, kaygı, utanç, güvensizlik, baskı, yalnız bırakma bu duyguları yaşıyor ve yaşatıyorsa anne, çocuğun bilinçaltı bu davranışlarla modellenip kendine güvenmeyen, sevmeyen, sevgiyi tadamamış bir yetişkin adayı vardır önümüzde.

Elbet kendi ruh coşkunluklarıyla bunların üstesinden gelen ve negatif etkisini elimine eden insanlar da var. Bu ruhun gücünü gösteriyor ancak ruhunun gücünden bihaber ise kendini keşfedecek bir yola  koyduysa Mevla onu, acı çekerek ruhunun farkına varacaktır inşaallah...

Sevgi, Aşk...

Bunların olduğu yerde olumsuz duygu olmaz, zira olmaya başlarsa yabanı otlar gibi o sevgi, muhabbet, aşk bahçesini zehirleyip soldurabilir...

Sevgi, Aşk, Muhabbetle yeşeriyor dünyada hangi güzellik var ise. Mevla bununla varlığı meydana getirip, ayakta tutuyor...

Bizler bilinçsiz yaşamaktan kendimizi alıkoymalıyız zira bilinçsizce olumsuz duygulara, düşüncelere teslim olmak yalnız kendimizi değil evlatlarımızı, çevremizi zehirlemekte...

Öğrenmenin, gelişmenin sadece bilgiyle olan bir süreç olmadığını pedagoglar, psikologlar bilimsel alanda bile ortaya koyan çalışmalar sergiliyorlar.

Duygusal boyutunun çok etkili olduğunu söylüyorlar. Öğrenmenin ve gelişmenin olmadığı bir yerde İnsan varlığı özde ölümü yaşıyor demektir.

İki günü bir olan bizden değildir diyor Peygamberimiz. Peki gelişmek, öğrenmek için bize engel olan duygularımız, bir türlü kurtulamadığımız duygularımız ve davranışlara dönüşmüş bu negativiteyi bizden giderecek olan nedir?

Bir kere farkında olmalıyız ki, stres yaratan her türlü duygu neye hizmet ettiğini düşünürsek düşünelim zan, hayal ve vesvese karışımı o  şey gerçekten çok ötedir.. Bunu kabullenmeliyiz. Bu duygular bizlere verilmiştir çünkü tehlikeden uzaklaşma içgüdüsü olarak bizi hayatta tutarlar ancak bunlarla yaşamak duygularla hayatı yönetmek bizleri sıkıntıya sokar. Sürekli stres hormonlarıyla büzülen organlar, nefes alışımızı bile hissetmeden koşturarak yaşamak bizleri güçsüz kılar. Nefsin bu zaaflarını iyi bilen düşman güçler içimizde bize vesvese verir, nefsin hayal ve zanlarını güçlendiren iç seslerle de eşlik ederek sanki bize bizden birileriymiş gibi davranırlar... Birçok haklı gerekçeleri, maddeleri, okuyup edindiğimiz birçok bilgiyi de kaynak olarak kullanıp aleyhimize oyunlar düzenlerler. Hatta rüyalarımızı etkiler, çeşitli senaryolarla korkularımızı canlı tutarlar. Zaaflarımız hangi yöndeyse o yönde bizi canlı tutarlar daima...

Olumsuz duygularımızı tespit edelim.

Onları besleyen düşüncelerin ana damarlarını kesmeye, onlara karşı pozitif düşünce ve duygularla savaşmaya gayret edelim. Bu tur kitaplar okuyalım, insanlar dinleyelim.... Daima olumlu tarafta kalmalıyız çünkü Aşk, Sevgi, Muhabbet varsa olumsuzluk ve zehirli bir şey olmamalı değil mi etrafta...
Kuran-ı Kerimi okuyalım daima çünkü Mevla Onu okursanız size doğru ve yanlışı, hak ile batılı anlayacak anlayış veririm diyor. Anlasak da anlamasak da ısrarla okuyalım, anlamak için burada Rabbim hangi hikmeti işaret ediyor deyip peşine düşelim arayalım inşaallah...

Allah ile bir arada olmak, zikretmek... Dil ile, ibadet ile... Kendi kendimizle kalarak diyoruz, içimize dönerek diyoruz... İşte içimiz öyle gül bahçesi olmalı ki Allah ı orada bulabilelim... Kendimize özümüze ulaşabilelim ki ona güvenelim...

Özümüz, kendimiz diye peşine düşüp onun hakları için çoğu şeyi feda ettiğimiz şey aslında Nefsimiz oluyor. Kendimizi tanımadığımız, içimizdeki ruhu hapsetmiş, aç sefil bırakmış ve ondan gelen ilhamları, güzel düşünceleri meydana gelir gelmez yok etmiş olan Firavun nefsin veziri olmuşuz, şeytana hizmet etmekten gayri bir halde değilizdir aslında...

Korkular, bencillik, suçluluk, kendini beğenme, hor görme her türlü büyük putlarımız var içimizde ve yaşadığımız her gün onlara sunak sunmakla harcıyoruz zamanımızı...

Sosyal ağlara bilgiler koyuyor kendimizi aşmış hissediyoruz, fotoğraflar koyup mutlu zannediyoruz, başarılarımızı orada burada sergiliyor kibirimizi besliyoruz. Yani neye hizmet ettiğimizi hepimiz çok iyi bilmeliyiz aslında. İçimdeki putları mı besliyorum, kimim ben...Bunu yaptım, evet, şu amaç için yaptım diyoruz sonra doğan duygular, hisler, hayaller içinde kendimizi başka yerde buluyorsak yine Nefis tuzağından alıkoyamamışız kendimizi ve bir puta sunak olmuş yaptıklarımız...

İyilik yap denize at demiş atalarımız. Bizler telefonumuzda olmasa bile kafamızdaki duvarlarımıza asıyor, onları izleyerek öz kaynaklarımızı tüketen Nefsin güçlenmesine hizmet ediyoruz...

İçimizdeki yetim... Çoğu peygamber ya yetim yahut öksüzdür... Ruhun temsilcisidirler çünkü ve çevrelerinden çok zulüm görürler, kabullenilmezler. Zayıf ve hakir görülürler...

Dış dünya nefis ve şeytan kontrolündeki çoğunluktur aslında. Onları çocuklar ve gençler henüz ruhları ölmemiş veyahut nefislerinden kurtularak ruhlarının farkında olanlar tanıyor ve koruyorlar.

Dinimizde yetimlere destek olmak bu nedenle çok önemlidir. Çünkü ruhumuzun halini onların hallerine tanıklık edip onlara yakınlık göstererek anlayabilir. Nefsimizden öylece uzaklaşma gücünü, isteğini kendimizde bulabiliriz diye düşünüyorum...

Neşe...

Deyince küçük kız çocukları geliyor aklıma. Hem güzel ve sevimli, cana yakın hem de çocukların ekserisi gibi neşelidirler. Aslında Rahman olan Allahın var ediş enerjisini canlı olarak gösterirler bize. Güzellik, neşe, her an yeni bir sende oluşun bedenlenmiş halidir onlar. Cahiliye döneminde kız çocuklarının diri diri gömüldüğünü biliyoruz. İçimizdeki firavn nefis nasıl ki doğan tüm neşeli, güzel, samimi fikirleri aşağılıyor, söndürüyor, aşağı çekiyorsa aynen o devrin insanları da bu davranışı dış dünyalarına taşımış gibiler...

O yüzden içimizdeki neşeyi ne kadar çok canlı tutarsak, kusur gören gözlerimizi kapatıp sürekli minnet halinde yaşarsak. Nefsimizin ana kaynaklarını kapatmış onu ruhumuz karşısında aciz bırakmış olacağız inşaallah...

Duygu tablosunun hep olumlu yanında kalmaya savaş vermeli, bu şekilde yetiştirmeliyiz çocuklarımızı. Onların da bu cepheyi güçlü tutmalarını öğütlemeliyiz. İyiler Allah ile beraber olanlardır, olmak hali iyiyi düşünüp, iyi duygu ve davranışlar içinde yaşamaktır, her türlü çirkinlik ve kötülüğü içimizden dışımızdan atmalı, nasıl ki bedenimizden doğal veya kendi çabamızla uzaklaşıyorlarsa öylece uzaklaşmaları yönünde kendimize dikkat etmeliyiz....






Kolaylıklar diliyorum ey Cân...
Kendine, özüne güven...
Seviliyorsun ve sevileceksin daima buna inan...


İlla Hû.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder